Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Ekim 2013 Cumartesi

ESKİŞEHİR-ANTALYA TURU 2013 (KÖPRÜLÜ KANYON)

 ESKİŞEHİR-ANTALYA TURU
(KÖPRÜLÜ KANYON)

Geçtiğimiz yıl Antalya Bisiklet festivline giderken Yazılı Kanyon geçişini seçmiştik,
Özkan ile.

http://yol-gezen.blogspot.com/2012/09/eskisehir-antalya-bisiklet-turu-1-gun.html
http://yol-gezen.blogspot.com/2012/09/eskisehir-antalya-bisiklet-turu-2-gun.html
http://yol-gezen.blogspot.com/2012/09/eskisehir-antalya-bisiklet-turu-3-gun.html

http://yol-gezen.blogspot.com/2012/09/eskisehir-antalya-bisiklet-turu-4gun.html
http://yol-gezen.blogspot.com/2012/09/eskisehir-antalya-bisiklet-turu-5-gun.html

 Ama aklımız Köprülü Kanyon'da kalmıştı, bir yandan da. Böylece Köprülü Kanyon geçişini bu yıla planlamıştık. Festival zamanı yaklıştıkça yolun öteki bölümlerini de haritalardan oluşturdum. Rotamız bu şekilde oluşurken, ekibimiz de internetteki paylaşımlarla şekillendi: Özkan (Çalışkan) ve Taylan (Kaya) Bursa'dan, Hasan (Berber) ve ben Eskişehir'den.

BİRİNCİ GÜN: ESKİŞEHİR-ÇAY (170 km)
 
İlk pedalın heyecanı herkesin yüzünde. Gerçi Taylan ile Özkan bir gün önce Bursa'dan başladılar bisikletleriyle ama.

 
 
Yol güzel başlıyor. Rüzgar arkamızda hızlı ilerliyoruz. Yaklaşık 60 km sonra Mahmudiye'ye ulaşıyoruz. İlk molamız için uygun bir çay ocağı bulup oturuyoruz. Biraz önce tekerlekten gelen sesi kontrol etmek için baktığımda ilk akord teli kırığı ile karşılaşıyorum. Teli değiştirirken aynakol aktarıcısının ayarlarını kontrol eden Özkan aktarıcı koluna ters basınca kolu kırıyor. Büyük aynaya sabitlediğimiz aktarıcı ile hemen yola koyuluyoruz. Umudumuz, 10 km ilerideki Çifteler'de yedek parça, aktarıcı kolu bulmak.



Çiftelerde bir bisiklet ve yedek parça satıcısı buluyoruz şansımıza. Ancak yalnızca bir tek aktarıcı kolu var elinde fotoraftaki her modele uygun ŞİMANO SLXTYWZ :)))))

Montajı yaptığımızda gidonum çok havalı oluyor: bu üçüncü aktarıcı kolu arazi takviye vitesi gibi görünüyor gözüme.

 
Çifteler'de doğru düzgün yemek yenilebilecek bir tek yer var: Petek Kebap. Hasan'ın bildiği bu lokantaya yöneliyoruz. Yolu düşenlere önerebileceğim bir yer.



Emirdağa kadar hızımızı kesmeden gidiyoruz, ortalamamız 25 km. Emirdağa ulaşınca bir tel kırığını daha farkediyorum. Hemen onu da değiştirip zaman kaybetmeden çıkıyoruz. Emirdağ çıkışında günün ilk rampası, yorgunlukla birleşince hızımızı biraz düşüyor.
 
  
Bolvadin'e ulaştığımızda hava kararmaya başlıyor. Bolvadin'de uygun bir kamp yeri bulamıyoruz. Zaman kaybetmeden Çay'a ilerliyoruz. Çay kent merkezi ışıkları göründüğünde hava iyice kararıyor. Hem karanlıkta trafiğin yarattığı riskleri artırmamak, hem de hedeflediğimiz belirli bir kamp alanı olmadığından yolun kenarında ilk gördüğüm akaryakıt istasyonunu öneriyorum kamp için, ekip kabul ediyor. Akaryakıt istasyonu çalışanları da.

Ancak bir süre sonra çalışanların fikirleri değişiyor. Bizim konaklamamızdan rahatsız olduklarını belirtip gitmemizi istiyorlar. Bagajları sökmüş olduğumuz için ben yapabileceğimiz bir şey olmadığını, çok yorgun olduğumuz için ve havanın da kararmış olması nedeniyle daha fazla ilerleyemeyeceğimizi açıkça söylüyorum çalışanlara. Kendimizi tanıtıyorum, mesleklerimizi, nereden gelip nereye gittiğimizi vs. Ancak çalışanlar ikna olmayıp jandarmayı çağırınca, jandarma tescilli bir kamp atma tecrübemiz oluyor :)

  
2. GÜN: ÇAY-EĞİRDİR (120 km)
Uyandığımızda günün ilk ışıklarıyla Sultan Dağı bizi bekliyor karşımızda. Daha yakında büyük görünen iki tepenin ardına gizlenen Sultan Dağını aşmak için 1980 metreye kadar tırmanmamız gerektiğini bildiğimizden görüntüye aldanmıyoruz. Sıkı bir kahvaltı için Çay'a yöneliyoruz.



Kahvaltıdan sonra zaman yitirmeden yola koyuluyoruz, gün uzun ve yorucu olacak. Çay'dan çıkar çıkmaz bizi bekleyen yolun girişindeki tabelayı çoşkuyla karşılıyoruz “Taşıt Trafiğine Kapalı Yol”.


 Taşıtlar için elverişsiz olan yol, bisiklet için ideal: trafik yok, araç yok, doğanın tadını çıkarıyoruz.


Bazı yerlerde yol iyice bozulup, rampa dikleşiyor. Çoğunlukla ortalama %10 eğimle gidiyoruz.


Yol 1500 metrelere kadar sedir ormanı içinden, gölgeli geçiyor, şanslıyız.


 Zirveye yaklaştıkça ağaçlar azaldı, 1500'den sonra hiç ağaç yok, yalnız çalı çırpı.


Eğimin tadının kaçtığı yerlerden biri. Neyse ki kısa tırmanışlar 300-500 metreyi geçmiyor bu duvarlar...


 Dinlendiğimiz yatay geçişlerden biri. Buralarda da güneş etkili olmaya başladı iyice.


Arkamızda kalan ova, Çay ve Bolvadin. Sabah Sultan Dağından daha büyük görünen tepeleri şimdi yukarıdan izliyoruz.


Dinlenerek değerlendirdiğimiz bir başka yatay geçiş.


Zirveye yaklaştığımız son birkaç kilometrede pınar yoktu. Hiç su sorunu yaşamadık. Suluğumdaki son yudumları tükettikten sonra zirvedeki bu çeşme çıkıyor karşımıza. Hem soğuk, hem bol suyuyla.


Zirveyi geçiyoruz, Yarık Kaya 1997 m.
Dağın öte yüzü Yalvaç, yani yemek :) 



Yalvaç'ta güzel bir yemek yedik. Bol Kepçe lokantasıydı adı yolu düşenlere öneririm.
Yemekten sonra akord teli değişimine ayırıyorum zamanımı yine:)
Bu telaşla da hiç fotoğraf çekmemişim durmumuzu yansıtan :)


Yalvaç'tan sonra yolumuz Gelendost'dan geçiyor. Kent merkezine girmeden ilerliyoruz Eğirdir Gölüne doğru. Uzaktan Barla Dağı ve göl göründüğünde yol kenarındaki meyve bahçeleri de zenginleşiyor.
Benim tercihim şeftali, hemen yanda çok güzel elmalar ve erik de var. 
Eğirdir'e ulaşamadan hava kararıyor, bir de patlak onarmamız gerekince iyice geceye kalıyoruz. Son 10-15 km oldukça sıkıcı trafik arttı, emniyet şeridi bazı yerlerde yok denecek kadar dar, hatta yok diyelim. Dahası bir de bariyerler var yol kenarında...
Eğirdir'e ulaştığımızda saat 20.00'yi buluyor. Hemen yemek için alış veriş yapıp adaya geçiyoruz kamp atmaya.



3.GÜN: EĞİRDİR-KESME KÖY (100 km)
Göl kıyısında kamp çok güzeldi. Günün ilk ışıklarıyla dinlemiş olarak uyanıp, hemen kahvaltı hzırlıklarına başladık. Uzun bir kahvaltı sonrası artık rutine dönüşen benim akord telleri sorunu için Eğirdir sanayisindeki motosiklet tamircisine gitmeye karar verdik.

  
Kamp sakinlerinden bir Ağustos böceği ve sonu!

  

Sanayideki tamirci çok yoğun, bizim de zamanımız kısıtlı. İşi hızlandırmak için ben başlıyorum tekerleği sökmeye.


Akord işini ustaya bırakıyorum.


Eğirdir'den sonra Aksu yolunu izledik. Yılanlı köyünden Pazarlı, Köprübaşı yoluna ayrıldık. Buradan sonra seyir zevki doyumsuz bir yol başldı.


 Köprübaşı'nda bir mola verdik. Köylülerle güzel demlenmiş bir çay eşliğinde yaptığımız sohbette bir yandan da yolu soruşturduk. Planımız Kasımlar'a ulaşmaktı. Köylülerin önerisi ile başka bir yoldan Belence köyü üzerinden daha güzel ve sürekli iniş şeklinde ilerleyen bir kanyondan gitmeyi seçtik.


Yol dar bir vadinin içinden ilerliyor.  Keskin virajlar ve kimi yerde zeminin çok bozulması araçları bu yoldan uzak tutuyor sanıyorum.


 Yoldaki bozulmaların bir başka nedeninin de büyük kamyonlar ve harfiyat makineleri olduğunu farkediyoruz, biraz daha ilerlediğimizde. Vadinin bundan sonraki bölümü HES inşaatlarının tehdidi altında. Gördüğüm en güzel bisiklet parkurlarından biri olduğunu söyleyebileceğim bu yol yakında yok olacak!


Kasımlar köyü yol ayrımı. Kasımlar'dan kanyona girmeyi umuyorduk ki, köyün girişindeki iki-üç kilometrelik rampayı henüz çıkmadan bir köylü bizi uyardı. Kanyonun girişinin aşağıdan olduğunu öğrendik...


Dahası kanyona buradan girildiğinde ne yürüyerek ne de bisikletle ilerlemek de olanaksız mış. Yalnızca bot ile geçilebildiğini söylediler. bunun üzerine biz de daha önceden planladığım alternatif yol (artık asıl yol oldu) üzerinden ilerledik.


Yolun bu bölümündeki en ilginç şeylerden biri de doğaya bırakılmış eşek sürüleri. Eşek etinin ucuz yemek üretiminde kullanıldığına inanası gelmiyor insanın :)


Sıkı ve uzun bir tırmnış ile son enerjilerimizi de tüketiyoruz. Artık yol iniş gibi görünüyor. Daha doğrusu hava karardığı için görünmüyor ama çevrede başka yükselti kalmadığından biz iniş olduğunu tahmin ediyoruz.
Gerçekten de neredeyse 10 km indik. Kesme köyün ışıkları bizi bir sürpriz ile karşıladı. Köy hemen önümüzde, daha doğrusu üstümüzde. Yaklaşık 1 km kadar tırmanışla köye ulaştık. Günün sonundaki bu rampa benim için bütün turun en yorucu bölümü oldu.
Kesme köyünde öğrendik ki Kazımlar'dan gelen kestirme bir stabilize var. döndüğümde haritarlardan bakıyorum doğru neredeyse 1/3 oranında kısaltıyor.


4.GÜN: KESME KÖY - KÖPRÜLÜ KANYON (60 km)
Akşam kamp attığımız okul bahçesinde rahat bir gece geçiriyoruz. Sabah kahvaltıyı karşıki bakkalın önündeki masada yapıyoruz. Yanımızdaki yiyecekleri bakkaldan aldıklarımızla birleştiriyoruz. Bakkal bize dağdan topladıkları kekik ile çay demliyor, nefis.



YHemen yola koyuluyoruz. Aceleyle yanlış yola saptığımızı yaklaşık 1 km kadar tırmandıktan sonra anlayıp geri köye dönerek yola koyuluyoruz. Yol yine sarp kayaların arasında ilerliyor, seyir zevki doyumsuz.


 Yolun keyfinden Özkan kendini kaybetmiş, trans durumunda iniyor.


Köyün adını hatırlayamadım şimdi ama yol özerindeki bir köy. Bakkalı var mola veriyoruz. Biz dinlenirken köyün içinden geçen yol birden önce ayakseslerinin gürültüsü gelen atlarla (daha doğrususu katır ve eşeklerle) doluyor. Bunların da bir sahibi yok. Bir daha şaşıyorum. Aslında şaşılacak şey hayvanlırın bir sahibinin olması değil mi?

  
Köyde tanıştığımız minik dostlarımız Atakan ile kardeşi bizi köyün çıkışındaki rampanın başına kadar uğurluyorlar.


Turlarda en çekindiğim inişlerden: yüksek bir dağın dibine doğru inen yol. Bu yol sıkı bir tırmanışın habercisidir.


Biraz önceki öngörüm beni yine şaşırtmıyor. Tırmanıştan sonraki dağılmış halimin fografını çekmeden yapamıyorum.


Sonrasında sert olmayan tırmanışlarla çıkan-inen, çoğunlukla inen bir yol bizi kanyona kadar ulaştırıyor.


Köprülü Kanyon kuzeyden girişi.


Köprüden kanyona gelen ırmağın görüntüsü bile insanı serinletmeye yetiyor.


Kanyon sakinleriyle yaptığım bir iki sohbet, istihbarat sonunda Ferdane Ablanın yerini buluyoruz. Ferdane abla dört kızıyla birlikte burada nefis gözlemeler yapıyor. Çay da semaverde, daha ne olsun. Bize çadırımızı kurup gecelemek için de suyun üzerine uzanan tahta balkonlardan birini önerince daha da mutlu oluyoruz.


Benim için turdaki en mutlu anlardan biri...


Ferdane Ablanın kızı Ünzile çayımızı hazırlamış getiriyor. Bu arada kendi üretimi olan ayranlarına da doyamadık.


Antalyadan gelen piknikçilerle kalabalıklaşıyor kanyon.


Su candır, yaşamdır...


Su oyundur, neşedir...


Su çoşkudur, mutluluktur...


Kanyonun körülerinden biri


Köprüden kanyona bakış


Kanyondan köprüye bakış


Kanyonu besleyen bir başka dere

5.GÜN: KÖPRÜLÜ KANYON- ANTALYA (100 km)
Sabah uyandığımızda Ferdane Abla çayımızı demlemiş akşamdan konuştuğumuz gibi, hamurunu mayalamış bizi bekliyor. Bir yandan çaylarımızı içerken bir yandan çadırları kaldırıp kahvaltı masamızı hazırlıyoruz. Kahvaltı ırmağın üzerindeki tahta kamelyamızda. Manzara ve kahvaltı doyumsuz lezzetlerden oluşunca kimse kalmak istemiyor masadan.


Saatlerce süren kahvaltı masasından öğleye doğru kopabiliyoruz. Yola çıkmadan önce Ferdane ablalarla bir aile fotografı.


Kanyonu arkamızda bırakarak, Köprüçay'ın rehberliğinde ilerliyoruz Antalya'ya. Sıcak inanılmaz, nem arttığından bu son gün çok zorlanıyoruz. Önceki günlerle karşılaştırırsam bu günün her bir kilometresi önceki günlerin iki kilometresine bedel.


Bulduğumuz her pınarda, bakkalda, gölgede mola vererek. Enerji ve eksiklerimizi tamamlayarak ilerliyoruz. Sonunda Aspendos!


Hasan ile Taylan dinlenirken biz Özkan'la hızlıca geziyoruz Aspendosu.


Kim daha çok Roma'lı? Ben de hiç fena sayılmam :)


Yolun bundan sonrası denize paralel, dümdüz. Ben doğal olarak öncü oluyorum en büyük kütle ve hacme sahip olduğumdan. Ötekiler rüzgarımda iki saatte ulaşıyoruz kampa. Bu bölümde ortalama hızmız 30 km.


Kampa girer girmez serilmek için bir keşif turuna çıkıyorum. Ve kamp boyunca kopamayacağım favori içeceğim karlama ile tanışıyoruz :)
 

Bir türlü karar veremiyorum kırmızı mı, mavi mi?


Sonra anlıyorum ki seçim yapmak için çabalamak gereksiz :)