Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Şubat 2013 Perşembe

SÖMES-TUR Eskişehir'den İzmir'e ... (Esk-Emet-Simav-Sındırgı-Soma-Bergama-Yunt Dağı-İmece-Salihli)


1. GÜN: ESKİŞEHİR-YONCALI
(Geçmişe yolculuk)
Eskişehir-Kütahya yolu Kümbet kavşağına kadar zaman kazanmak için ana yolu seçiyorum. Kütahya ili sınırına kadar Bülent Yıldırım yoldaşım olacak. Sonraki günlerde de bir yandan hava durumu bir yandan da rota konusunda sürekli bilgi desteği sağlarak turu sorunsuz tamamlamamı sağlamıştır Bülent.
Bir gün önceki bisikletimin son bakımları konusunda da Murat'a (Akın Bisiklet) teşekkür etmeliyim. Hem bakımlarımı yaptı hem eksik ekiplanlarımı tamamlamda yardımcı oldu, böylece önemli bir sorun olmadan tamamladım turu.


Soğuk ama haraket halinde olunduğunda üşütmeyen bir havada başlayan turun ilk molası yaklaşık 40 km sonra Kümbet Kavşağındaki sakin bir tesiste.
Bir saat kadar dinlendikten sonra tekerlek yeniden dönüyor. Ben artık ana yoldan ayrılıp köy yollarının tadını çıkaracağım, Bülent de dönüşe geçecek. Ancak Bülent zamanı olduğundan biraz daha bana eşlik etmeyi seçiyor ve 10 km kadar daha birlikte yol alıyoruz.

Yolun bu ilk bölümünün fotoğrafları için Bülent'in albümüne bakılabilir:


Yoncalı'ya kadar hep köy ve orman yollarını seçtim. Zaman zaman çok bozulan yollar çok keyifliydi ama gecikmeme yol açtığından hava karardığında hala hedefime ulaşamamıştım. Soğuğun da etkisiyle fotograf makinemin pilleri zayıfladı yolun bu ikinci bölümünü görüntüleyemedim. Zaman giderek daraldığından heybeden yedek pilleri çıkarmaya da üşendim doğrusu.


Yoncalı'ya ulaştığımda ilk karşılaştığım kaplıcanın bahçesine kamp attım; kendimi de içeri... 
Bu ilk günden anlaşılıyor ki kaplıca kamplı kış turu mükemmel bir etkinlik.


Birinci gün yaklaşık 100 km yol yaptım.
Rota bilgisi:


2. GÜN: YONCALI-EMET
(Rampa ile İlk Randevu)

Gece soğuğun etkisiyle birkaç kez uyandım. Termosumda sıcak suyun hazır bulunması ısınıp yeniden uyumamı kolaylaştırdı. Uyandığımda uykumu almıştım. Kaplıcanın çay ocağında yaptığım hızlı kahvaltı sonrası hemen yoncalıyı gezmeye başlıyorum.



Anadolu Selçuklularından kalma retorasyonu devam eden bir cami kaplıcanın tarihini eleveriyor.


Beni çocukluğuma götüren bir tablo: yüzmeyi bu kaplıcanın açık havuzunda öğrenmiştim. Bir daha yolum düşerse yoncalıya bu kaplıcaya geleceğim.


Çocukluğumun en mutlu günlerini balık tutarak geçirdiğim küçük derecik hala oralarda akıyor.
Bütün bu güzelliklerle vedalaşıp, beni bekleyen yenilerine doğru dönüyor pedallıyorum.
Küçük şirin köyleri ziyaret eden sakin bir köy yolunda buluyorum kendimi.


Yol Kütahyadan başlayıp Tavşanlı'ya kadar devam ediyor köy köy. Ben yoncalıdan sonrasını geçeceğim.


Çoğunlukla meyve bahçelerinin yapraksız ağaçları arasından ilerledim.


Gümüş köye varınca çevre birden değişti, sanki yeni bir gezegen. Suyun, oksijenin olmadığı. Biraz daha ilerlediğimde anlaşıldı nedeni. Gümüş köy adının bir zenginlik, zerafet değil ama felaketin habercisi olduğu. Yaklaşık 10 km boyunca korumaların gözetimi altında, fotoğraf çekme yasağıyla ilerliyorum zehir havuzlarının, göllerinin öldürdüğü toprak yoldan.


Ayrılırken görüntülemeye çalıştığım bir gümüş zehiri göleti...


Gümüşçülerin doğa katliamı arkamda uzaklaşırken bisikletimi bırakıyorum yine köylerin arasıanda kıvrıla kıvrıla, ine çıka ilerleyen yollara.


Karcık köyüne sıkı bir tırmanışla ulaştım. Yol boyunca da çok ince bir kar yağışı eşlik etti, adına yakışır. Kar yağdı ama yerde hiç tutmadı...


Tavşanlı'ya kadar devam ediyor yolum köy köy. Aslında Tavşanlıya girmeyi planlamamıştım. Tavşanlı yakınlarındaki bir başka kaplıca Göbel'di hedefim. Ama Kuruçay Köyünden Göbel'e gideceğim yolun çok bozuk bir tarla yolu olduğu söylenince Tavşanlıya yöneldim.


Bu sürpriz Tavşanlı ziyaretini hazır yemek ile değerlendirmeye karar verdim. Kent merkezine ilerlemeden ilk karşılaştığım işyerlerine sorarak iyi bir pideci buluyorum, yakıt ikmali için.


Tavşanlı'dan sonra yol tatlı bir rampa ile başlıyor. Sonrasında da yükseldiğimin neredeyse iki katı bir iniş var, keyifli ama sonrasında tırmanacağımı bildiğim için pek tadını çıkaramıyorum.


Tırmanışın sonu olduğunu düşündüğüm bir kare görüntülüyorum, biraz sonra bu kareyi çektiğim yeri kuş bakışı izleyeceğimden habersiz.


Emet'e ulaşamadan yine hava kararıyor. Bir saat kadar karanlıkta pedal basıp, iyice yorgun ve üşümüş olarak ulaşıyorum hedefe. Kaplıcaları sorup yine ilk kaplıcaya atıyorum kendimi. Görüldüğü gibi ne yorgunluk kalıyor, ne de soğuk.


Kaplıcanın otoparkı kamp yerim. Hava yine soğuktu, gece bir kaç kez sıcak su takviyesiyle ısınmak için uykuya ara vermek zorunda kaldım.


İkinci gün yine yaklaşık 100 km yol aldım. Yol bilgisi, http://www.mapmyride.com/routes/view/171520214




3. GÜN: EMET-SİMAV
(Rampanın bazı bölümleri duvar, bolt çaksan gider)

Emet'e dönüp bakıyorum, akşam dağı geçerken başlayan ince karın yarattığı tablonun fonunda.


İlk mola Hisarcık'ta, yolda beni karşılayan bir köy kahvesinde, çay da taze. Doyasıya içiyorum, Simav'a kadar bir daha bulamayacağım.


Tırmanış başlıyor...


Rampa sıkı. Dönüp bakıyorum arkama moral bulmak için, iyi yol almışım: Emet yok, Hisarcık zor seçiliyor. Ama yukarıda da hala zirveler var.


Çam ağaçları kaplıyor yolun iki yanını, orman sıklaşıyor, ağaçlar uzuyor. Yol iyice güzelleşiyor.
Ben de en küçük viteste aheste, tadını çıkarıyorum tüm bu güzelliklerin. Seviyorum tırmanışı, rampaları...


Dağların içinde döne döne yükseliyorum. Rampaların hiç sonu gelmeyecekmiş gibi.


Bu tabelayı gördüğümde üzüleceğimi düşünmemiştim hiç, ama oldu.
Henüz zirveyi görmeden uzun bir iniş. Yani indiğimi fazlasıyla geri tırmanacağım.


Bu yorucu geçişin sonunda kendimi ödüllendiriyorum: Ana mola.


Menü, ton balıklı makarna. Daha çıkılacak rampalar var.



Biraz daha tırmandıktan sonra karlı zirveleri görüntülemek için kameramı yukarıya yöneltmek zorunda kalmıyorum artık. Ancak rampa da henüz bitmiş değil.





Rampanın en dik bölümüydü sanırım. En küçük viteste olmama karşın daha küçüğünü aratıyor insana.
Daha küçük bir vites yok ama 29 inch bisikleti bir kez daha değerlendiriyorum. Eskiyen dış lastiklerimi 28 yol (cros) lastikle değiştirerek hem sürtünmeyi biraz daha azaltmaya, hem de lasitk çapını 1 inch küçülterek tırmanış yeteneğimi artırmaya karar veriyorum.


Zirvede mevsimin etkileri kendini göstermeye başlıyor. Yol yeni açılmış, temiz. Kolayca geçebiliyorum.


Sonunda dağın öte yüzü görünüyor. Şimdi inişin tadını çıkarma zamanı, ama dikkati elden bırakmadan.


Rampanın tırmanışıyla karşılaştırılınca çok dik olmadığı söylenebilir, inişin. Bütün inişler gibi kısa sürede de tükeniveriyor.


Simav girişinde yer alan Evral Kaplıcası şimdiye dek gördüklerimin içinde en bakımlı ve düzenli olanı. Küçük bir turdan sonra receptiona yöneliyorum, çadırımı kurabilecek bir yer sormak için. Ancak yanıt olumsuz, bu güzel kaplıcada çadıra izin verilmiyor. Koşulları daha fazla zorlamadan, Çitigöl Kaplıcasına yöneliyorum Simavın 3 km kuzeyindeki.


Çitigöle giden yolun sağında şuanda kullanılmayan eski bir köprü yola eşlik ediyor. Geçerken bir fotoğrafını alıp yarın incelemek üzere ilerliyorum, sabah kahvaltı telaşıyla unutacağımdan habersiz.


Kaplıcaya ulaşıyorum. Artık dinlenme zamanı...


Bugün kilometre saatim 60 km'ye yaklaştı. Rota:




4. GÜN: SİMAV-SINDIRGI
(Bisikletlinin düşü gerçek oldu: artık hep iniş)

Belki de Çitigöl'e de çadır kurulmuyordur, ama ben akşam ilk olumsuz yanıttan sonra burada teklifsizce çadırımı kuruyorum kaplıcanın yanındaki parka. Sabah üç günün en güzel kampı olduğu anlaşılıyor. Gece yine kar yağmış hafiften. Çadırın bir yüzü ıslak, kurumasını bekleyemeden toparlayıp yola koyuluyorum.


Simav kent merkezi girişinde gördüğüm bir börek kahvaltı salonuna giriyorum. Kahvaltı menülerini beğniyorum ve bana gün boyu yetecek enerjiyi sağlıyorum. Çay sınırsız.


Kahvaltıdan bir ayrıntı.


Bundan sonrası hep iniş...
Simav-Sındırgı arası yol gerçekten bir bisikletçi düşü olarak yorumlanabilir. Genel olarak iniş. Küçük tırmanışlar var ama her tırmanış en az iki katı uzunluğunda bir inişle devam ettiğinden, yorulmuyor insan. Bir de doğa harika. Küçük bir ırmağın eşlik ettiği yol, bir baraj gölü ile sonlanarak sındırgıya ulaştırıyor bisikletimi.


Bu ilk patlak üçüncü günde.


Bir süre ilerledikten sonra yolun iki yanını çınarlar kaplıyor.


Yol 500 metre kadar bu çınarlar arasından ilerliyor.


Onlarca küçük tırmanıştan biri.



Tırmanışın sonu, küçük bir mola.


Moladan sonra baraj gölüne ulaşıyorum.








 Turun en güzel akşamı...






Sındırgı'ya ulaştığımda hava karardı. Benim planım sındırgının 5 km güneyindeki Emendere kaplıcalarına kamp atmaktı, hiç zaman kaybetmeden oraya yöneldim. Issız bir köy yolu, hava tam karanlık. Tatlı bir rampa ile başlayan tırmanış son 2 km'de sertleşerek son 500 metrede tam bir duvara dönüşüyor.
Günün yorgunluğu ile son 2 km kala önce yolu şaşırarak başka bir köye tırmanıyorum. Sonra yeniden Emendere'ye. Yaklaştıkça artacağını düşündüğüm ışıklar ve yaşam belirtisi bir türlü görünmüyor. Sonunda hiçbir insanın konaklamadığını düşündüren büyük bir otel ortamın ıssızlığı ile uyum içinde beni karşılıyor. Kapıdaki güvenlikten başka bir görevli de görünmüyor, ne çevrede, ne içeride. Otelden ayrı bir kaplıca olmadığını öğrenince yaşadığım düş kırıklığı, çadır kurmama izin verilmemesiyle devam ediyor.
Yolun rampa olması bu kez sevindirici geriye pedal basmadan ineceğim. İyice yorulduğum için ilk akaryakıt istasyonuna sığınıyorum. Birkaç çaydan sonra kendime gelip, çadırı kuruyorum.
Bu gün hamam sefası bir yana duş bile yok.
Sındırgı'dan 10 km kadar önce bir kaplıca daha geçmiştim. Aynı yol bir daha yılacak olursa orada kamp atmalı. 




Kilometre saatim 110'u gösteriyor.




5. GÜN SINDIRGI-SOMA
(Kırkağaçlılar: Turun İnsanları)

Bugün hedef olarak Bergama-Allionoi'yi planlamıştım, ama hava kararınca Soma'ya kamp atacağım.
Yola hazırlanıyorum, bagajın yağmurluk takılmadan önceki son hali.


 Sındırgı çıkışında birinci önemli yol ayrımı. Sol taraf Demirci-İzmir yolu dik rampalardan oluşuyor. Ben sağdan ilerleyeceğim. Yine inişli çıkışlı köy yolları.




Bundan önceki iki geçiş daha da dardı. Bu yoldan minübüs ve kamyonetten daha büyük araç geçemez, tam bir bisiklet rotası.




Yol seçimlerim çok başarılıydı. Tur boyunca zorunlu alarak girdiğim ana yollar dışında, burada olduğu gibi boş yollarda ilerledim. Ortalama kilometreye 1 araç ya düşer ya düşmez.




Arkada görünen tepeler yine önemli bir yol ayrımımı oluşturacak. Karakaya köyünden, Eğridere köyüne geçeceğim. Turun en ıssız yollarından biriydi yaklaşık 10 km boyunca iki araçla karşılaştım, bir başında bir sonunda.




 Eğridere köyü göründüğü kadarıyla üç mahalleden oluşuyor, üçer km aralıkla. Ancak yolun ne girişi ne de çıkışı hiçbirinden geçmiyor. Ortadaki mahalleye yanlışlıkla tırmandım, geri inmek zorunda kaldım. Ama hiç pişmanlık duyulmuyor, manzara doyumsuz.




Vadiyi besleyen küçük dere
Eski yol, eski köprü.




eski köprünün altında...




 Karşı tepede orta mahalle. Yanlışlıkla tırmanacağım birazdan.




Vadinin arkamda kalan görüntüsü.




Vadi ile vedalaşıp zirveye ilerliyorum.




Zirvede beni bekleyen sürpriz, dört bir yanım pır pırlarla kaplı. Müthiş bir rüzgar var. Saatteki hızım 3-4 km, bir saate yakın bu şekilde ilerliyorum. Çok moral bozucu.




İniş başladı. Rüzgar yok, yolun çevresi sık ağaçlı bir orman.




 İnişten önceki son tepe.





Ovanın ortasında Gelenbe kavşağı görünüyor. Arkada Kırkağaç-Soma yolu. Bundan sonrası düzlük.



Gelenbe'de kamyoncuların yoğun olduğu bir tesis görüyorum ki bu lezzetin göstergesi. Enerji ihtiyacım yok, ama protein ve mineral eksiklerini tamamlamalıyım.
Tesisin adı Ablanın Yeri'ydi yanlış anımsamıyorsam. Kasadaki abla da bisiklete pek meraklı ayak üstü soru yağmuruna tuttu beni.
Yemekler on numara kesinlikle tavsiye ediyorum.

  

Zeytinlikler arasından köy yollarından ilerliyorum Soma'ya doğru.

  

Bir kaç küçük iniş çıkıştan sonra Soma uzaktan görünüyor.
Alttaki fotoğrafta sıradağın sağı.

  

İkinci patlak. Dış lastiklerim konusunda kararsızdım. Anlaşıldı artık değiştirmeli.
Burada beş on dakika içinde tam üç araç durdu yardım için. İlginç üçü de Kırkaağaçlı. Yardıma ihtiyacım olmadığını söylememe karşın birisi ısrarla telefonunu, kart vizitini bırakarak gerekirse aracıyla gelip alabileceğini bile söyledi.

  

Görüldüğü gibi perlon ile bağlamalı heybeler arka lastik patlamalarında sorun.

Soma girişinde bir akaryakıt istasyonunda yol soruyorum Bergama-Allionoi için. Köy yollarının karışık olması ve havanın kararmasıyla sabaha bırakıyorum Allionoiyi. Akaryakıt istasyonundakiler de misafirhanelerini açıyorlar, çadır kurmama gerek kalmadan konaklıyorum.




Bugün 80 kmye yaklaştı aldığım yol.





 6. GÜN SOMA-YENİŞAKRAN
(Döneminin en büyük hidroterapi merkezi Allionoiye DSİ'den hidroterapi)



Konakladığım akaryakıt istasyonunun personeli yol üzerindeki bir otelin açıkbüfe kahvvaltısını övdü, ben de onlara uydum.

Otomobillerin arasına bisikletimi parkettim. Bence yakıştı otele de.


Menü güzel 40-50 çeşit var. Ben böreklere yazılıyorum. Bir de doyasıya çay tabi.



Bugün hedef Allionoi(den arta kalan bir şey var mı?)


Önce Bakırçay Ovası geçilecek, dünyanın en nitelikli pamuğunu yetiştiren alabildiğine bereket.


Ovayı geçerken hiçbir köye girmeden ama üç-dört köyün yol ayrımını geçiyorum. Bazılarında yönlendirme tabelaları da yok. Akşam buraya ilerlememek doğru kararmış.


Aziziye Köyü girişi.


Yollar giderek bozuluyor, sürüş keyfi artıyor.


Baraja yaklaştığımın habercisi görüntüler.


Baraj göründü. Sönmüş bir volkan konisine yaslanan Yortanlı Barajı.


Volkanik tepenin sağından ilerleyen şantiye yolu ile gölete, Allionoi'ye ulaşmayı planlıyorum. Yol yine çok eğlenleceli.


Bütün bu doğa katliamının ana nedeni olan kum ocağına kızıyorum görünce, biraz sonra benim için kurtuluş olacağını bilmeden.


İkinci bir gölet sürpriz yapıyor sağımdaki tepeciğin arasıandan. Ama ben tereddütsüz ilk hedefime ilerlemeye devam ediyorum.


Çaltıkoru Köyü ile birlikte baraj gölü karşılıyor beni. Köye giren yol barajın solarında sonlanıyor.
Köylülerle konuşuyorum Allioni'yi, suyun altında diyorlar. Hiçbir iz, eser bırakmamışlar su üstünde.
Bir ironi gibi Allionoi. Helenistik dönemin en büyük hidroterapi merkezlerinden biri tamıyle suyun altına gömülmüş...


Göründüğü kadarıyla baraj gölü küçük ölçekli bir sulama göleti. Yani Anadolu'daki binlercesinden biri. Bir başka deyişle olmasa da olur. Ya Allionoi?
Allionoi'ye neler olduğuna ilişkin bilgi için,


Yolumun üzerindeki diğer antik kent Aigai'ye ulaşmak için hızla yola koyuluyorum. Ama turun üçüncü patlağı beni durduruyor. Lastiği onarmak için çıkardığımda pompamın çalışmadığını farkediyorum. Pompayı biraz evirip çeviriyorum ama yapacak birşey yok. Biraz önce geçtiğim şantiye imdadıma yetişiyor. Yeni içi lastiği tekerleğe takıp kamyonlardan birinin kompresörü ile şişirip yoluma devam ediyorum. Bu arada aynakol aktarıcımın telinin kopmak üzere olduğunu farkediyorum. İlk köy Aziziye'nin kahvesinde soluklanırken onu da değiştirip yola devam ediyorum. Bergama'da da bulduğum bir tamirciden yeni pompa satın alıyorum.


Bergama'ya ulaştığımda hava kararmak üzere. Beslenme ve alışverişimi hızla tamamlayıp güneş ile birlikte Bergama'yı terk ediyoruz.


Bergama çıkışında arkadaşım Bülent'in önerdiği bir tesiste konaklamayı planlıyorum. Bir an önce tesise ulaşmak ve anayoldan kurtulmak için hızla pedallıyorum. Ama rüzgar yorgun bacaklarımdan daha etkili. Kamp attığımda yine hava kararmış, ben yorgun düşmüştüm.

Bugünkü kilometrem 110. Rota:





7. GÜN: YENİŞAKRAN-İMECE EVİ
(Yunt Dağı Köyleri Masal Gibi)


Gece kalmayı planladığım tesisin kapalı olduğunu görünce, Yenişakran girişindeki bir akaryakıt istasyonuna kamp atmıştım. Sabah erken kampı toplayıp, yola koyuluyorum kahvaltı için.


Bugünkü kahvaltımdan bir görüntü. Bu kumrudan bir tane daha yiyiyorum ve bir tane de yanıma yolluk.


Yenişakran'dan hemen batıya Kapıkya Köyü yoluna giriyorum.


Yol ilkin Aliağa Cevaevinden geçiyor.


 Cezaevi uygarlık için eşsiz bir ölçüt: yatay olan konutlarda hükümlüler, dikey olanlarda gönüllüler kalıyor.

Yunt Dağlarının batı girişi: Kapıkaya


Kapıkayaya ulaştığımda arkamda bir 10 km rampa bıraktım. Arkamda kalan Ege'ye son bir bakış.


Kapıkaya'dan sonra yolum irili ufaklı tepecikleri aşarak ilerliyor.


Yunt Dağları Kapıkaya girişi batıdan.

 

Köseler köyünü arayarak ilerliyorum.


 Her aşılan tepenin arkası yeni bir cennet mekan.


Köseler rampasının başına beni karşılamaya gelen dostlarım.


 Köydeki çocuklara getirdiğim balonlardan dağıtıyorum.


 Aigai, Köseler Köyünün 3 km güneyindeki hakim tepede. Ulaşmak için 100 metre kadar da tırmanmak gerekiyor bisikletle. Köyün batı girişinde hiçbir yönlendirme tabelası olmdığından köylülerden öğreniyorum Aigai'nin yerini.




Kentin iki yanından geçen ırmaklar neredeyse tepenin çevresini dolanarak doğal bir koruma oluşturmuşlar kimi yerde sur duvarı gibi dik yamaçların diplerinde.


 Üşendiğimden sanırım önce tepenin alçak kesimlerinde arıyorum Aigai yapılarını. Ama her yanda kırık dökük, irili ufaklı kayalardan başka birşey olmayınca kendimi hazırlıyorum bir düş kırıklığına daha.


Aigai sakinlerine ait doğal bir ağıl.

 

Bir arılık.


Ve en yeni Aigai'li annesinin koruması altında.


 Belki de Aigainin en eski sahiplerinden Çiğdem.


Aigai'yi kolaydan bulamayınca çaresiz tepenin yukarılarına yöneliyorum.

 

 Binlerce yıllık taş yoluyla beni karşılıyor yaşlı kent.


Basit yönlendirme tabelalarıyla hızlı bir şekilde yolumu bulmaya çalışıyorum.


Arkeolojinin ne kadar güç ve sabır isteyen bir iş olduğunun göstergesi durumunda kent. Birkaç on metrelik yol düzenlemesi, dışında gözle görülür birşey yok altı yıllık kazıya rağmen.


 Yüseldikçe bir seyir terasına da dönüşüyor eski kentin yapıları. Aşağıda köseler köyü görünüyor küçücük. Neyse dönüşde pedal basılmayacak pek.



 Benim tarih ve arkeoloji konusundaki eğitimsiz gözlerimin algılamadığı birçok yapıdan bazıları...


 

Alttaki görüntünün bir tapınağın temeli olduğunu okuyorum az sayıdaki bilgi tabelalarından birinden.

 

Dönmeliyim artık daha epey yolum var alınacak.




Çıkışta karşılaştığım kazı evi bekçisi ve bir köylü içtikleri çaydan ikram ediyorlar. Zamanım olmadığından bir çaylık kısa bir sohbet ile ayrılıyorum onlardan da.


 İnişli çıkışlı Yunt Dağı yolları beni bekliyor.





 Yolun geçtiği bir başka köyün bakkalı.


Yunt Dağı çıkışında Bağ Yolu Köyünde Manisa göründü, hemen kaçmalıyım. Sağa ayrılan ilk yol beni Dumanlı Dağa İmece Evi'ne götürecek. 
 

İmeceden önceki son mola. Dumanlı Dağa 500-600 metre yükselen bir tırmanış ile ulaşılıyor. Günün sonundaki bu tırmanış beni oldukça yordu. On kilometreden daha az yolum kalmasına karşın, Sarınasuhlar'dan bir köylünün yiyecek teklifini geri geviremiyorum. Köy ekmeği, köy yoğurdu mis...


Gece dağ iyice ıssızlaşıyor. Son üç kilometre sık orman yolunda bir kez yolumu da kaybedince birkaç kez aynı yolu gidip gelmek zorunda kaldım.
Gece geç saatte ulaştım İmece Evine. İmecedekilerin haberleri yok geleceğimden, sürpriz oldu onlara da. Sevinçle, coşkuyla karşıladılar beni. İyiki varsın İmece.


Bugün toplam yolum 70 km.


7. GÜN: MOLA
(İmece Evi=Yemece Evi)

Neşeli, eğlenceli geçen bir akşamın ardından güzel bir uyku uyudum Saman Evin orta odasının ilk konuğu olarak.
İmecede güneşin ilk ışıklarıyla başlayan gün meyve kahvaltısını izleyen hafif işlerle devam ediyor.
Bugün çitlerin sağlamlaştırılması için kesilen dallar taşınacak ormandan. Ana kahvaltı hazıarlıkları da mutfakta devam ediyor.


Kahvaltının ana yemeği Hüsna'nın havuçlu omleti. Diğerleri de yöresel zeytin, peynir, reçel, pekmez ve zeytin yağlı soslardan oluşan mis gibi köy kahvaltısı.


Yeni İmece konukları Hüsna, Karen ve Ahmet'i tanıma fırsatı bulduğum muhabbetlerle uzadıkça uzayan bir kahvaltının ardından yeniden işe koyuluyoruz.


Bu arada Barış mutfak işinde. Çay molası için pasta hazırlıyor.


 Normal bir öğün süresine uzayan çay molamız. Barışın pastası ve dün yapılan turtayla içerik olarak da bir öğünlük enerji sağlıyor bu mola.


Bahçede ürün kalmadığından keçilerin bakımı rahat, uzaklara gitmeye gerek kalmıyor.


Karen Saman Evin son rotuşlarını yapıyor. Cente'de ona yardımcı



 Yarın yola koyulacağım için bisikletimin bakımlarını tamamlıyorum.
Tura Sahil'den devam edeceğim. Bozdağ üzerinden Birgi'ye, ordan da Çine'ye ulaşmayı planlamıştım. Ancak yağışlı hava nedeniyle Bozdağ geçişini iptal etmeye, daha doğrusu bir başka tura bırakmaya karar veriyorum






8. GÜN: İMECE-SALİHLİ
(Son günün hüznü)

Kahvaltı hazırlanıyor. Bugün kahvaltı ekibindeyim.


Kahvaltıdan sonra hiç zaman kaybetmeden yola koyuluyorum. İmece Dostalarına veda karesi içinde özellikle Cente'ye dikkat.


Dumanlı Dağdan inen orman yolu beni yine Bağyolu Köyüne ulaştıracak.


Gelişte kaybolduğum, orman yollarından bu kez gün ışığında güvenle keyifle ilerliyorum.



Oldukça iri ve öfkeli bir sorunla karşılaşıyorum. Yarım saat boyunca çeşitli yollarla ikna etmeye çalıştığım boğa yerinden bir santim kımıldamıyor. Öfkeli bakışları ve burnundan aldığı soluğuyla beni yıldırıyor. Yolu iki yanı tel örgü çit olduğundan oradan da geçemiyorum, boğa da aynı. Sonunda çaresiz bisikletin arkasına sığınarak yolun en dışındanan zaman zaman boşluğa ayağım kayarak boğanın yanına kadar ilerliyorum. Bir an boğanın korktuğunu farkettiğimde korkum acıma duygusuna dönüşüyor. Boğayı geçtince gördüklerim daha da korkunç. Hayvanı ne ile dövdülerse gövdesinin sağ yanında arenadan kurtulmuşcasına dört yara, deliklerde hala kan var...


Boğayı unutmaya, kaybettiğim zamanı kazanmaya çalışarak hızla pedallıyorum iki gün öncesinin tanıdık yollarında.


Köy çocukları arkamdan bağırarak hatırlatıyorlar onlar için taşıdığım armağanları vermem gerektiğini.


Manisa'yı sağımda uzaklarda bırakarak yeniden ovadayım, dümdüz.


12 km anayoldan ilerlemek zorundayım Marmara Gölü yol ayrımına kadar.


Yakıt ikmali. Bir gün önce İmecede doldurduğum glikojen depolarım ve sabah yediğim nohut mayalı ekmek neredeyse akşama dek götürdü beni. Ama hala 40 km'den fazla yolum var Salihli'ye bir makarna yapıyorum bunun için de.


 Tur boyunca karşılaştığım en ilginç uyarı levhası.




 Bugünün toplam yolu 130 km.